GADİR-İ HUM OLAYI VE EHLİ BEYT KİMDİR.?
Ahir zaman Peygamberi, Hz. Muhammed Mustafa, hakka yürüyeceğini anlayınca 23 Şubat 632 tarihinde Gadirhum denilen bir alanda, rivayetlere göre 80 bini kişiyi aşkın bir topluluğa, Deve semerlerinden bir mimber oluşturarak bunun üstüne çıkıp tarihi Veda Hutbesini okudu. Hz. Muhammed Mustafa, ümmetine seslenerek 2 emanet tavsiye etti.
1- Allahın kelamı Kuran-ı Kerim,
2- Ehl-i Beyt’i.
Hz. Muhammed şöyle dedi. “Kuran ve Ehl-i Beytime ipine sım sıkı sarılın. Kevser Havuzunda her iki emanet bir birinden ayrılmadan bana ulaşacaktır . Ehl-i Beyt’im, Nuh’un gemisi gibidir. Gemiye binenler kurtuldular, binmeyenler helak oldular”.
(Ehl-i Beyt, Hz. Muhammed’in ailesi demektir ve 1- Hz. Muhammed, 2- İmam Ali, 3- Ana Fatma, 4- İmam Hasan ve 5- İmam Hüseyin olmak üzere toplam 5 kişidirler).
Kur’an-ı Kerim düşünce, kanun ve değerler kaynağıdır... Kur’an, hayat programını düzenlemek ve hayat kanunlarını belirlemek üzere inen ilahî vahiy ve sözlerdir...
Kur’an-ı Kerim’de, Ehl-i Beyt’den bahsedilirken iki üslup kullanılmıştır:
1- Onlara özel bir unvan vererek onlardan bahsetmiştir. Tathir Ayeti’nde “Ehl-i Beyt” olarak, Meveddet Ayeti’nde de “Kurba” (Peygamber’in yakınları) olarak onlardan söz edilmesini buna örnek olarak verebiliriz. Bu konuda birçok ayet nazil olmuş ve Sünnet-i Nebevî o ayetleri açıklamıştır; müfessirler ve raviler de, onları kendi hadis ve tefsir kitaplarında nakletmişlerdir.
2- Onlarla ilgili olaylar ve vakıaları kaydetmiş, onların fazilet ve makamlarını anlatmış, onları övmüş ve ümmeti onlara yöneltmek istemiştir. Bu konularda birçok ayet inmiştir. Bu ayetlerin bazılarında, Mübahele Ayeti (Âl-i İmran, 61) ve İt’am Ayeti’nde (İnsan, olduğu gibi, Ehl-i Beyt’den toplu olarak söz edilmiş, bazılarında ise Ehl-i Beyt’in bazı fertlerinden bahsedilmiştir. Örneğin; Maide Sûresi’nin 55. ayeti olan ve “Velâyet Ayeti” diye adlandırılan, “Sizin veliniz, yalnız Allah, O’nun Peygamberi ve iman eden, ibadet eden ve rükû halinde zekât verenlerdir.” ayetinde Hz. Ali’den bahsedilmektedir.
Ehl-i Beyt Hakkında Nazil Olan Ayetler(4)
1- Tathir Ayeti(5)
“Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt’ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister” (Ahzab: 33)
Birçok tefsir ve Hadis kitaplarında bu ayet-i kerimedeki “Ehl-i Beyt”ten maksadın, Peygamber’in Ehl-i Beyti ve onların da, “Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin” olduğu açıklanmıştır.
Suyutî, ed-Dürr’ül-Mensur adlı tefsirinde, Taberanî’nin, Ümmü Seleme’den şöyle tarif ettiğini bildiriyor: “Peygamber, kızı Fatıma’ya şöyle buyurdu: “Kocanı ve çocuklarını benim yanıma getir .” O da gidip onları getirdiğinde, Peygamber, Fedek’ten getirilmiş olan abasını onların üzerine attı ve mübarek ellerini onların üzerine koyup şöyle buyurdu: “Allah’ım, bunlar Muhammed’in ailesi ve soyudur, kendi rahmet ve bereketlerini Muhammed’in ehli ve soyunun üzerine indir; nasıl ki İbrahim’in soyuna indirdin. Şüphesiz ki sen, övülensin, yücesin.”
Ümmü Seleme: “Ben de abanın altına girmek ve onlara katılmak istedim ve bunun için abanın bir ucunu kaldırdım. Peygamber abayı benim elimden çekti ve abanın altına girmeme müsaade etmedi ve şöyle buyurdu: “Sen hayır ve saadet üzeresin”. Demektedir.
Peygamber’in eşi Ümmü Seleme’den nakledilen diğer bir hadiste de şöyle geçer: “Peygamber, Ümmü Seleme’nin evinde bir yatakta yatmıştı ve üzerine de bir Hayber abası örtmüştü. O sırada Fatıma biraz yemek getirdi. Peygamber buyurdu: “(Ey Fatıma!) Kocanı ve çocukların Hasan ve Hüseyin’i benim yanıma çağır.” O da onları çağırdı. Yemeği yedikleri sırada Peygamber’e şu ayet nazil oldu:
“Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt’ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister.”
Peygamber üzerindeki abanın fazlasını onların (Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’in) üzerine örttü, daha sonra elini abadan çıkarıp göğe kaldırarak şöyle dua etti:
“Allah’ım, bunlar benim Ehl-i Beytim ve bana ait olan kimselerdir; öyleyse her türlü pisliği ve kötülüğü onlardan gider ve onları tertemiz kıl.”
Hz. Peygamber, bu sözü üç defa tekrarladı. Ümmü Seleme diyor: “Bende başımı o örtünün altına soktum ve dedim: “Ya Resulullah! Ben de sizinle miyim?” Peygamber iki defa buyurdu: “Sen hayır ve saadet üzeresin.”
Hz. Peygamber, devamlı olarak bu ayetin manasını ümmetine açıklıyor ve bu ayette açıklanan nur ve hidayetten ayrı düşmemeleri için sürekli olarak onların dikkatini bu ayete çekiyordu. Örnek olarak şu hadis-i şerifi zikredebiliriz:
Hz. Muhammed buyuruyor ki:
“Bu ayet (Tathir Ayeti) beş kişinin hakkında nazil olmuştur: Ben, Ali, Fatıma, Hasan, ve Hüseyin”. Bu ayetin tefsirinde, Ehl-i Beyt’den maksadın kimler olduğu hakkında Aişe’den şöyle bir rivayet eder.
“Bir gün Peygamber üzerinde siyah yünden dokunmuş nakışlı bir kumaş olduğu halde dışarı çıktı. O sırada Hasan bin Ali geldi, Peygamber onu o kumaşın altına aldı; sonra Hüseyin geldi, Peygamber onu da o kumaşın altına aldı; sonra Fatıma geldi, Peygamber onu da o kumaşın altına aldı; daha sonra da Ali geldi, geldi, Peygamber onu da o kumaşın altına aldı ve şu ayeti okudu: “ Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt’ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister.” (Ahzab: 33)
Kur’an-ı Kerim, Ehl-i Beyt’den bahs ederken onların her türlü fenalıktan pâk ve temiz olduklarını belirtmektedir.
Peygamber, sabahları Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın kapısına gelerek onları “Ehl-i Beytim” diye çağırıyor, böylece onların şahsiyetini ümmetine tanıtıp anlatarak, dikkatleri onlara çekmek ve Ehl-i Beyt’e sevgi, itaat gösterilmesini amaçlıyordu.
Sahabe’den Taberanî, Ebu’l-Hamra’dan şöyle rivayet ediyor: “Altı ay Peygamber’in, Ali ve Fatıma’nın kapısına gelip şöyle dediğine şahit oldum: “Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt’ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister.” (Ahzab: 33)
Fahr-i Razî de bu Hadisi şöyle naklediyor:
“ Resulullah, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın evine gelip; “Ey Ehl-i Beyt! “Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt’ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip sizi tertemiz kılmak ister.” derdi.
2- Meveddet Ayeti
“(Ey Peygamber! Müslümanlara) De ki: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum; istediğim, ancak yakınlarıma (Ehl-i Beytime) sevgidir.” (Şûra: 23)
Hz. Peygamber, bu ayetten kimlerin kastedildiğini ve sevgileri ve itaatleri farz olanların kimler olduğunu Müslümanlara beyan etmiştir.
İslam Hadis ve tarih yazarları bu ayetteki “Kurba” (Peygamber’in yakınları) kelimesinden maksadın, “Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin” olduğunu nakletmişlerdir.
Dönemi yansıtan gelişmelere bakılırsa inanmayanlar kendi aralarında konuşurlarken “Acaba Muhammed, yaptıklarından dolayı karşılık olarak bir şey isteyecek mi?” diye konuşurlar. O zaman; “De ki: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum; istediğim, ancak yakınlarıma (Ehl-i Beytime) sevgidir.” (Şûra: 23) ayeti nazil olur.”
“Meveddet ayeti nazil olduğunuda “Ya Resulullah! Sevgi ve muhabbetleri bize farz olan yakınların kimlerdir?” diye sordular. Resulullah: “Onlar Ali, Fatıma ve onların iki evladıdır. ” Diye buyurdular.
Hz. Peygamber, kızı Hz. Fatıma’yı çok seviyor ve şöyle buyuruyorlar:
“Fatıma benim vücudumun bir parçasıdır; onu inciten, rahatsız eden beni incitip rahatsız etmiştir.”
İslam kaynaklarına göre ve yaşanılan Aleviliğe yansımasına bakılırsa, Hz. Muhammed’in, Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin’i çok sevdiği görülmektedir.
Ehli Beyte inanan, aradığı çoğu erdemi onlarda bulan ve dolayısı ile sonsuz sevgi duyan Peygamber’in ümmeti de onları sever ve yüreğinde hisseder. Kur’an-ı Kerim de buyurulur: “(Ey Peygamber ! Müslümanlara) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da siz sevsin.” (Âl-i İmran: 31)
“... Ve ona (Peygamber’e) uyun ki doğru yolu bulmuş olasınız.” (A’raf: 158)
“Onun (Peygamber’in) emrine aykırı hareket edenler, Allah’ın azabından sakınsınlar.” (Nur: 63)
“(Ey Müslümanlar!) Andolsun ki, Allah’ın Resulü’nde sizin için uyulacak güzel bir örnek var. (O, sizin için en güzel örnektir) “. (Ahzab: 21)
Hz. Peygamber’in, Hz Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’i sevdiği ve onlara önem verdiği için, Müslümanların da Peygamberine uyarak onları sevmesinin, onlara önem vermesinin Allahın emir olduğu da böylelikle anlaşılır.
Ehl-i Beyte dua edip salâvat göndermek, büyük bir makama sahip olan Ehl-i Beyt’i anmak ayrıca büyük bir ibadettir..
İmam Şafiî bir şiirinde şöyle diyor:
“Ey yolcu! Mina kumluğunda biraz dur; seher vakti hacılar Mina’ya akın yaptıklarında, büyük bir ırmak gibi coşup gittiklerinde, Hif’in sakinlerine ve ayaktakilere seslen; onlara de ki: Eğer Muhemmed’in Ehl-i Beyti’ni sevmek rafizilik ise (dini terketmkse), öyleyse bütün insanlar ve cinler tanık olsunlar, ben rafiziyim.”
İbn-i Abbas adlı Sahabe’ninrivayet ettiği hadiste: “Meveddet Ayeti nazil olduğunda Müslümanlar Resulullah’a: “Muhabbeti ve sevgisi bize farz olan akrabaların kimlerdir ya Resulullah?” diye sordular. Resulullah, “Ali, Fatıma ve onların iki evladıdır.” diye buyurdular.”
Hz. Peygamberin ümmetine: “Ben sizden peygamberlik ve Allah’ın ahkâmını tebliğ etme yolunda çektiğim zahmetler ve zorluklara karşılık Ehl-i Beytimi ve yakınlarımı sevmekten başka bir şey istemiyorum.” Hadisinin, gerçekte, ümmetin takip edeceği yolu öğrenmekte kime başvuracaklarını göstermektedir.
3- Mübahele Ayeti
“(Ey Peygamber!) Sana gelen bilgiden sonra, kim seninle bu hususta tartışacak olursa, de ki: Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra Allah’ın lânetini yalancıların üzerine kılalım.” (Âl-i İmran: 61)
İslâm tarihinde “Mübahele” olarak rivayet edilen çok önemli bir olaya göre: “Hıristiyan olan Necran kabilesinden bir heyet, Hz. Muhammed’in yanına gelip onun peygamberliği hakkında bahsedip delil isteyince, Allah bu ayeti göndererek Hz. Muhammed’e; Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’i yanına alıp çöle çıkmasını, Hristiyanlara da kendi hanım ve çocuklarıyla birlikte çöle çıkmalarını, sonra da Allah’tan yalancıların üzerine lânet ve cezasını indirmesi için dua etmeleri emredilir.”
Zemahşerî, Keşşaf adlı tefsirinde şöyle yazar:
“Hz. Peygamber, Necran Hıristiyanlarını mübahele etmeye çağırdığı zaman dediler ki: “Müsaade edin, dönüp bu konuda biraz düşünelim. Kendi aralarında toplanıp konuştukları zaman, fikir sahipleri olan (Necran papazı) Akıb’e dönerek: “Ey Mesih’in kulu! Senin görüşün nedir?” diye sordular. O da şöyle dedi: “Ey Hıristiyan Cemaati! And olsun Allah’a ki, siz Muhammed’in Allah tarafından gönderilen bir peygamber olduğunu ve O’ndan hak bir kitap getirmiş olduğunu biliyorsunuz. Allah’a andolsun ki, Peygamberi ile mübahele eden hiçbir ümmetin büyükleri diri kalmamış ve küçükleri de büyümemiştir. Eğer onunla mübahele ederseniz, gerçekten hepimiz helâk oluruz. Bununla beraber yine de kendi dininizin üzerinde kalmak isterseniz, bu şahısla (Muhammed’le) vedalaşın ve kendi diyarınıza dönün.”
Bu arada Hz. Peygamber, Hz. Hüseyin’i kucağına almış, Hz. Hasan’ın elinden tutmuş, peşi sıra Hz. Fatıma ve onun peşi sıra da Hz. Ali olduğu halde geldi ve: “Ben dua ettiğim zaman siz de amin deyin.” diye buyurdular.
Necran papazı bu manzarayı görünce, Hıristiyanlara dönerek şöyle dedi:
“Ey Hıristiyan topluluğu! Ben öyle simalar görüyorum ki, Allah bir dağı onların hürmetine yerinden koparmak istese, koparır. Onlarla mübahele etmeyin. Eğer mübahele ederseniz, helâk olursunuz ve kıyamet gününe kadar yeryüzünde bir Hıristiyan kalmaz”. Bunun üzerine Hristiyanlar, Hz. Peygamber’e dediler ki: “Ey Ebe’l-Kasım! Biz seninle mübahele etmemeye karar verdik; sen kendi dininde kal, biz de kendi dinimizde.”
Hz. Peygamber’ de şöyle buyurdu: “Eğer mübahele etmiyorsanız, öyleyse İslâm dinini kabul edin ve Müslüman olun ki, Müslümanların menfaat ve zararlarına ortak olasınız”. Hıristiyanlar bunu kabul etmeyince, Peygamber şöyle buyurdu:
“Öyleyse sizinle savaşacağım.”
Onlar şöyle dediler:
“Bizim Arap milleti ile savaşmaya gücümüz yoktur. Fakat seninle bir anlaşma yapmaya hazırız. Eğer bizimle savaşmaz, bizi korkutmaz ve bizi kendi dinimizden döndürmezseniz, her yıl size iki bin tane elbise veririz. Bunların yarısını safer ayında ve yarısını da recep ayında veririz. Bundan başka, bir de demirden dokunan otuz adet zırh veririz”.
Peygamber’de buna razı oldu ve daha sonra şöyle buyurdu:
“Canım elinde olan Allah’a andolsun ki, Necran ehlinin helâk olma vakti gelip çatmıştı. Eğer onlar mübahele etmiş olsalardı, şüphesiz ki suret değişip maymun ve domuz olacaklardı ve bu sahra onlar için ateşten bir cehenneme dönecekti. Hatta ağaçların üstündeki kuşlar da dahil olmak üzere Necran ehlinin hepsi helâk olacaktı ve bir yıl bile geçmeden bütün Hıristiyanlar yok olup gideceklerdi.”
Zemahşerî, bu olayı naklettikten sonra, Mübahele Ayetinin tefsiriyle ilgili olarak Ehl-i Beyt’in büyüklüğü hakkında Aişe’den rivayet ettiği bir hadis ile Ehl-i Beyt’in makamını açıklıyor:
“Allah-u Teala bu ayette, onları ‘kendimiz’ diye tabir edilen kimseden de önce zikretmiştir ki, onların Allah katındaki özel makamlarını ve yakınlık derecelerini açıkça bildirsin. Bu ayet, ‘Ashab-ı Kisa’nın fazilet ve üstünlüğüne en büyük ve en güçlü bir delildir”.
“Aynı zamanda bu olay, Hz. Resulullah’ın nübüvvetinin doğruluğuna da güzel bir delildir. Zira ister dost olsun, ister düşman, hiçbir şahıs, Hıristiyanların, Hz. Peygamber’in mübahele isteğini kabul ettiklerini nakletmemiştir.”
İslam ile inanmayanların ordusunun karşı karşıya geldiği bu olayda sadece bunların öne çıkması, onların hidayet önderleri, ümmetin seçkinleri, ileri gelenleri ve ümmet içinde duları geri dönmeyen, sözleri yalanlanmayan en temiz ve en kutsal kişiler olduklarını göstermektedir.
Fahr-i Razî, Tefsir-i Kebir adlı eserinde Zemahşerî’nin naklettiği rivayeti aynen nakletmiş ve söz konusu ayetin tefsirinde Zemahşerî’nin sözlerine katılarak şunu da eklemiştir: “Bil ki, bu hadisin doğru olduğuna tefsir ve hadis ehli ittifak ve icma etmişlerdir.”
4- Salâvat (Salât) Ayeti
“Şüphe yok ki Allah ve melekleri Peygamber’e salât (rahmet) ederler. Ey inananlar, siz de ona salât edin ve tam teslimiyetle ona selâm verin.” (Ahzap: 56)
Kuranı Kerim, Ehl-i Beyt’in pak ve tertemiz olduğunu, açıklamıştır. Din Alimleri de Kur’an ayetleri ve Hadislerden faydalanarak Ehl-i Beyt’in kimler olduğunu isimleriyle belirlemiş, onların “Hz. Muahmmed, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin” olduklarını beyan atmişlerdir.
Fahr-i Razî, Tefsir-i Kebir’inde adlı eserinde şu Hadisi naklediyor: “Hz. Peygamber’den: “Ya Resulallah! Sana ne şekilde salâvat getirelim?” diye soruldu. ‘Peygamber, “ Bana şöyle salâvat getirin” buyurdu: “Allah’ım, Muhammed’e ve Muhammed’in Ehl-i Beyti’ne salât et, nasıl ki İbrahim’e ve İbrahim’in Ehl-i Beyt’ine salât ettin; Muhammed’e ve Muhammed’in Ehl-i Beyt’ine bereket ver, nasıl ki İbrahim’e ve İbrahim’in Ehl-i Beyt’ine bereket verdin. Şüphesiz, sen beğenilmişsin, yücesin.”
Eğer. “Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlarsa, artık bizim salâvat getirmemize ne gerek var?” diye sorulursa, deriz ki: “Hz. Peygamber’e salâvat getirmek, onun salâvata ihtiyacı olduğu için değildir. Yoksa Allah’ın salâtından sonra meleklerin salâvatına da ihtiyacı kalmazdı. Salâvat, Peygamber’e karşı bizden taraf bir tazim ve saygıdır. Bu vesile ile sevap kazanabiliyoruz. İşte bunun içindir ki, Hz. Peygamber buyuruyor: “Kim bana bir defa salâvat getirirse, Allah da ona on defa salât eder.”
Suyutî de, ed-Dürü’ül-Mensur adlı tefsirinde şöyle yazıyor:
“Abdurrezzak, İbn-i Ebî Şeybe, Ahmed, Abd bin Hamid, Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî, İbn-i Mace ve İbn-i Merdeveyh, Ka’b bin Umre’den şöyle nakletmişlerdir: “Bir gün adamın biri, Hz. Peygamber’e: “Ya Resulallah! Sana selâm vermenin usulünü öğrendik, bize sana salâvat getirmenin şeklini de öğretir misin?” diye sordu. Hz. Peygamber buyurdular: “De ki: Allah’ım, Muhammed’e ve Muhammed’in Ehl-i Beyti’ne salât (rahmet) et, nasıl ki İbrahim’e ve İbrahim’in soyuna salât ettin. Gerçekten sen övgü ve izzet sahibisin.”
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
“Cimri, benim ismim yanında anıldığı zaman, bana salâvat getirmeyen kimsedir.”
5- İnsan (Dehr) Sûresi: 5-22)
5. İyiler ise, kâfûr katılmış bir kadehten (cennet şarabı) içerler.
6. (Bu,) Allah’ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir pınardır.
7. O kullar, şiddeti her yere yayılmış olan bir günden korkarak verdikleri sözü yerine getirirler.
8. Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.
9. “Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.”
10. “Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden korkarız” (derler).
11. İşte bu yüzden Allah onları o günün fenalığından esirger; parlaklık, sevinç verir.
12. Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve ipekleri lütfeder.
13. Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; ne yakıcı sıcak görülür orada, ne de dondurucu soğuk.
14. (Cennet ağaçlarının) gölgeleri, üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur.
15. Yanlarında gümüşten kaplar ve billûr kupalar dolaştırılır.
16. Gümüşten öyle kadehler ki onları istedikleri ölçüde tayin ve takdir etmişlerdir.
17. Onlara orada bir kâseden içirilir ki (bu şarabın) karışımında zencefil vardır.
18. (Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebîl denir.
19. O insanların etrafında öyle ölümsüz genç nedîmler dolaşır ki, onları gördüğünde, etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın.
20. Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün.
Bu ayetlerde cennet ile müjdelenen Ehl-i Beyt’tir.
Zemahşerî, bu ayetlerin tefsirinde şöyle diyor:
“İbn-i Abbas nakletmiştir: “Bir gün Hasan ve Hüseyin hasta olmuşlardı. Hz. Peygamber ashaptan bir grup ile birlikte onları görmeye gittiler. Bu ziyaret esnasında: “Ey Ebe’l-Hasan, çocuklarının şifası için bir adak ada” buyurdular. Ali, Fatıma ve hizmetçileri Fizze, her üçü, “Hasan ve Hüseyin şifa bulurlarsa, üç gün oruç tutacağız.” diye nezrettiler. Hasan ve Hüseyin şifa buldular. Fakat o günlerde evlerinde yiyecek herhangi bir şey yoktu. Ali, Şem’un isimli bir Yahudiden üç sa’ miktarında arpa borç aldı. Hz. Fatıma onun bir sa’ını öğütüp kendi sayılarınca beş adet ekmek pişirdi. Onları iftar vakti yemek için önlerine koydukları sırada, bir dilenci kapının önünde durup şöyle seslendi: “Selâm olsun size Ey Muhammed’in Ehl-i Beyt’i! Ben bir fakirim; bana yiyecek verin, Allah size cennet sofralarından yedirsin.” Bunun üzerine, hepsi fedakârlık edip ekmeklerini dilenciye verdiler ve kendileri suyla iftar edip o geceyi öylece sabahladılar. Ertesi gün yine oruç tuttular. Akşam vakti sofra başına oturup iftar edecekleri sırada, bu sefer bir yetim kapıya gelip yiyecek istedi. Onlar da ekmeklerini ona verdiler ve o gün de aç kaldılar. Üçüncü gün iftar vakti bir esir gelip yiyecek istedi. Onlar da iftarlıklarını ona verdiler. Ertesi gün Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin’ın ellerinden tutup Hz. Peygamber’in huzuruna geldiler. Hz. Peygamber, onları açlıktan titrer halde görünce şöyle buyurdu: “Sizi bu halde görmek bana çok ağır geliyor .” Daha sonra onlarla beraber Fatıma’ın evine geldiler. Hz. Peygamber kızı Fatıma’ı mihrabında açlıktan karnı vücuduna yapışmış ve gözleri çukurlaşmış bir halde gördü. Bu manzara, Peygamber’i çok üzdü. Bu sırada Cebrail nazil oldu ve: “Ey Muhammed! Allah böyle Ehl-i Beyt’ten dolayı seni müjdeliyor.” dedi ve İnsan Sûresini Peygamber’e okudu.”
Bu ayetler, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için inmiş ve Cennetle müjdelenenler olduğunu İslam kaynakları ortaya koymakta, Hadislerle de aktarmaktadır.
|